25 Kasım 2011 Cuma

24 Kasım Öğretmenler Günü

Hani küçükken çocuklara büyüyünce ne olacaksın diye sorarlar ya sanırım ben çok uzunca bir zaman hatta eğitim fakültesini kazanana kadar öğretmen olacağım demiştim. Öyle kararlıymışım ki bu fikrimde yaklaşık yedi yaşımdan beni her gördüğünde öğretmenim diye seslenen bi akrabam bile olmuştu. Ve itiraf etmeliyim ki sürekli etrafımdaki çocukları toplamış kapılarda duvarlarda tebeşir tozunun içinde ders anlatırken hatırlıyorum çocuk kendimi :)
Ülkemizin sosyal gerçekleriyle karşılaştıkça fakültede ve meslek hayatımda çok sorguladım meslek seçimimi. Dışardan göründüğü kadar bol tatiller, boş zamanlar öylesine dolu ve çocuklarınla geçiyor ki aslında...
Buruk başladığımız yeni eğitim-öğretim yılına Van depreminde kaybettiğimiz meslektaştaşlarımızın ve sahipsizliğimizin üzüntüsüyle devam ediyoruz aslında.
Öğretmenler Günü' nde ise kendimize biraz mutlu olma ve memnun olma izni verdik sanırım :) Çocuklarımız da bize tüm kalplariyle ve minnacık harçlıklarıyla destek oldular...
Sabah birbirimizi tebrik ile başladık güne. Sonrasında öğrencilerimiz derslerde ve koridorlarda kutladılar bizi. Tenefüse çıktığımızda öğretmenler odasında bizi gül şeklinde Mezunlar Derneği' mizden gönderilen kekler karşıladı, açmaya kıyamadık ve bir sürü fotoğraf çektirdik buketimizle.
Bu sene öğretmenler günü kutlama törenini hazırlayan arkadaşlarımızın çok hoş sürprizleri oldu bize. 12. sınıflarımızdan bizlerle ilgili yazı yazmaları istenmiş ve yazdıkları kağıtlar biz dersteyken dolaplara asılmıştı. 2. tenefüs geldiğimizde öğretmenler odası bayram yeri gibiydi. Tüm dolapların üstünde öğrencilerin öğretmenleri ile ilgili güzel düşünceleri ve teşekkürleri asılıydı. Her şeye rağmen öğretmen olduğum için mutlu olduğum anlar var benim de. İşte onlardan biri.
Kutlama törenimizde çok sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz tecrübeli bir öğretmenimiz monoton konuşmalar yapmak yerine anılarını anlattı çocuklara ve bize. Öylesine güzel aktardı ki yaşantılarını gözlerimiz dolarak dinledik hepimiz.
 Bu seneki bir diğer değişiklik de öğretmenlerimizin çocukluk resimlerinin sunumlarının yapılmasıydı. Hem biz hem de öğrencilerimiz öğretmenlerimizin çocukluk hallerine kahkahalarla güldük. Her öğretmen değişiminde alkışladı öğrencilerimiz.
 Her tenefüs kantinimizden,velilerimizden, çeşitli dersanelerden çiçekler ve pastalarla karşılandık.
Öğle arasında ise okul aile birliğimiz bize güzel bir ziyafet ve kutlama hazırlamıştı.Hep beraber fotoğraflar çektirdik, güldük, eğlendik, pastalar yedik.
Günün en güzel sürprizi ise rehberliğini yaptığım sınıftan geldi. Ben öğrencilerimle bugün dersim olmadığı için beni kutlamayacaklarını düşünmüştüm. Pastalarımızı yedikten sonra öğretmen arkadaşlarımdan biri sınıfımın beni çağırdığını ve bir sorun olduğunu söylediğinde öyle endişelendim ki... Acaba kim hastalanmıştı veya yaralanmıştı, kim kavga etmişti, kimin ailesine bir şey olmuştu, kim zayıf almıştı, kim ağlıyordu... Sonra birden arkadaşımın rahat ifadesini farkettim ve bana sürpriz yapacaklarını anladım. Sınıfıma giderken tahtada güzel cümleler ve bir buket çiçek ve bir sürü tebrik beklentisiyle gitmiştim. Bu bile benim beklediğimin çok üstünde bir süprizdi. Sınıfa girdiğimde tüm öğrencilerim öğretmenim canım benin canım benim diye başlayan şarkıyı söylemeye başladılar. Öylesine duygulandım ki. Hediyemi verdiklerinde öğrencilerimin bugün için epey hazırlandıklarını farkettim. Ne şanslıyım! Önce hediyemi açmamı, beğenmezsem üzüleceklerini  söylediler sonra ben tekrar sorunca açmamı istediler. Tabi ki de çok beğenmiştim. Bence bir öğretmene alınacak en anlamlı hediyeyi almışlardı. Çok güzel bir saat.
*Zaman bizim için öylesine önemli ki... 45 dakikaya hem ders anlatımını, hem sohbeti, hem örnek çözmeyi, hem deney yapmayı, hem özel ve sınıfsal sikayetlerini dinlemeyi, hem özel günlerin önemini ve daha nicesini sığdırmak zorundayım. Bazen yeterince sığdıramadığımı ve eksik bir şeyler kaldığını hissesip üzülsem de öğrencilerim bu sene öğretmenler gününde suçluluk duygumu biraz olsun hafifletecek kadar beni sevindirdiler :)))

**5 Ekim Uluslararası Öğretmenler Günü olmasına rağmen 24 Kasım 1928' de "Millet Mektepleri"’nin "Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gün olması sebebiyle Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılından itibaren  24 Kasım ülkemizde Öğretmenler Günü olarak kutlanır.

18 Kasım 2011 Cuma

yaşam standartı

Okullar açıldı, zaman hızla ilerliyor, ilk yazılıları yaptık ve okuduk bile... İlk programlar, ilk dersler, yeni başlayan 9.sınıflar, yer değiştiren öğretmen arkadaşlarımız derken geçiverdi ilk haftalar... Yaz tatilinin ardından tekrar biraraya geldiğimiz öğretmen arkadaşlarımızla hasret giderdik, güldük, eğlendik. Kürkçü dükkanı misali hiç ara vermemiş gibi başlayıverdik yeni döneme. Öğrencilerimiz okuldan önce açılan dershaneler nedeniyle çoktan eğitim- öğretime hazırdılar. İlk haftadan tebeşir tozuna bulanmış, sesim kısılmış ve ellerim çatlamış bir halde buldum kendimi..
Biraz buruk başladık bu döneme, öğretmenlik mesleğinin kutsallığının ve gösterilmesi gereken saygının abartılması gerektiği taraftarı değilim fakat bu mesleğin gerçek bir özveri işi olduğunu da yadsımamak gerektiğinden eminim. Yeni eğitim- öğretim yılı başlarken motive edici ve saygı uyandırıcı cümleler kurabilsek keşke öğretmenlerimize. Çocuklarımızı emanet ediyoruz neticede, hem de saatlerce...
 Rehber öğretmenleri olduğum sınıfta öğrencilerimle meslek seçimi ile konuşurken çok ilginç cümleler sarfettiler. " Bayan öğretmenlere öğretmenlik yakışıyor." , " Size aldığınız maaş yeterli gelir ancak bir erkek öğretmene yetmez.", "Hocam aldığınız maaş size yetmiyor mu, yetmesi lazım.", "Tüm müdürler erkek, bazı müdür yardımcıları bayan, öğretmenler çoğunlukla bayan."  Cevap veremedim, sadece yaşam standartından bir iki cümleyle bahsedip bir bayan öğretmenin mutlaka evli mi olması gerektiğini sorabildim... Öğrencilerim maaşımı ayakkabı- çanta parası olarak görüyorlar ve ne acı ki ellerinde yeterince argüman var....

1 Nisan 2011 Cuma

Yangın Tatbikatı

Geçen haftalarda okulumuzda Sivil Savunma Kulübü bir yangın tatbikatı yaptı. Tatbikat yapılacağı ders sınıflara haber gönderildi ve öğrenciler bir yangın durumu olduğunda nasıl davranacakları konusunda bilgilendirildi. Ancak biz laboratuvarda olduğumuz için bu bilgilendirmeden haberimiz olmadı ve tatbikat bizim için ideale çok yakın bir şekilde gerçekleştirildi. Yangın alarmı çaldığında önce derste canı sıkılan bir öğrencinin dersten bir şekilde ayrıldığını ve hayatına renk katmak istediğini düşündük :) Bir süre bekledikten sonra alarm durmayınca durumun ciddi olabileceğine karar verdik ve ben kapıdan dışarıya çıkıp koşma seslerini duyduğumda "Haydi arkadaşlar düzenli bir şekilde binayı terkedelim" dedim ve öğrencilerim laborartuvarı terkederek bahçeye çıkmaya başladı. Eksiksiz olarak dışarı çıktıklarına karar verdikten sonra ben de bahçeye doğru ilerledim ve kantin işleten görevlimiz tatbikat olduğunu söylediğinde rahatladım. Bu arada aklımdan geçenler çok garipti, öğrencilerimi bilimsel düşünce basamaklarını algılayabilsinler diye laboratuvara indirirken acil bir durumda demir parmaklıklı zemin katından nasıl çıkaracağım, üstelik de deprem bölgesinde :S Bu esnada laboratuvarda olmayan ilkyardım çantası ve yangın söndürücüyü dilekçe yazarak okul idaresinden istemeye karar verdim, benim açımdan faydalı bir tatbikat oldu... 

Öğrenciler bahçede düzenli bir şekilde sıra olduktan sonra itfaiye ekipleri tarafından yandın söndürme araçları tanıtıldı. Yangın tüplerinin tek kullanımlık olduğunu, mührü olmayan tüplerin kullanılamayacağını ve bu tüplerin küçük çaptaki alevler için kullanılabileceğini söylediler. Yangın söndürme tüpü ile söndüremediğimiz durumlarda itfaiyeye haber vererek ortamı terketmemiz gerektiğini söylediler. Yangın söndürücülerin özelliklerini anlattığım haftada tatkibatın yapılması güzel bir tesadüf oldu :)



Benzinle yakılan gösteri ateşinin nasıl söndürüleceğini gösteren itfaiye ekipleri istekli öğrencileri de çağırarak yangın söndürme tüpünün nasıl kullanılacağını anlattı ve öğrencilerin doğru bir şekilde kullanmasını sağladı.

 Alevlenen ateş sönmedğinde su ile nasıl söndürüleceğini anlatan itfaiye ekipleri ekip arabalarındaki suyu ve ekipmanları kullanarak ateşi söndürdü.

Son olarak da binada mahsur kalan biri olduğunda nasıl kurtarılacağını göstermek için okulumuzun son katından bir kaç kişilik öğretmen ve öğrenci ekibini kurtarıp sağlıklı bir şekilde aramızda olmalrını sağladılar.
İtfaiye ekiplerine teşekkür ederek tatbikatı bitirdik. Ateşle oynamak terimini iş edinmiş bu insanların görevlerinin ne kadar kutsal olduğunu düşündüm tekrar. Canı pahasına insanları ve yongalarını kurtaran itfaiyecilerimize gönülden teşekkürler..


*Tatbikattan sonra öğrencilerim neden defalarca ateşin yakılıp söndürüldüğünü, neden kurtarma sırasında birden fazla grubun kurtarıldığını sordu. Bir defada anlayabildiklerini, defalarca yapmalarına gerek olmadığını söylediler. Ezberci sistemle eğitime alışmış bazı öğrencilerimiz ne yazık ki teorik bilginin gündelik hayatta pratikleştirilmesinin test çözmek kadar kolay olmadığını anlayabilmiş değil. Öğrencilerime verecek cevap bulamadım. Laboratuvardaki uygulama tekrarları için de mi aynı düşüncelere sahipler?

30 Mart 2011 Çarşamba

Radyoaktivite ve Kimya panomuz

Bugün yoğun ders programıma ve sınav telaşı sarmış sevgili öğrencilerime rağmen mutlu bir gündü :) Laboratuvarın giriş kapısının yanındaki duvara bir pano asmak istedim ve okulda kullanılmayan boş bir panoyu duvara astırdım. Henüz ismini belirleyemesek de Kimya Gazetesi veya Bilim Gazetesi gibi bir isim olabilir diye düşünüyorum. Beyin fırtınası yapmaya uygun bir sınıfta öğrencilerimle beraber karar veririz sanırım. Önceki tecrübelerimden de biliyorum ki gençler isim bulma konusunda çok yaratıcı ve yetenekliler :)
11. sınıfların Elektrokimya' dan sonraki konusu Radyoaktivite olduğundan Japonya' daki nükleer faciadan da esinlenerek ilk konumuzu Atom Bombası ve Nükleer Santraller olarak belirledik. Öğrencilerim gazetelerden kestikleri haberleri getirdiler ve güzel bir pano oluşturmaya başladık. Gazetelerden gelen yazıları kontrol etmek ve her türlü siyasi içerikten uzak yazıyı bulmak en dikkat ettiğim konu oldu.
Bu panoda Nazım Hikmet' in Kız Çocuğu isimli şiirini de kullanmak istedim ve öğrencilerimden bir tanesi pano için şiiri (yazım hatalarıyla) hazırladı.
Laboratuvara girerken şiiri okuyan geçen sene de derslerine girdiğim öğrencilerim derse geldiğimde panodaki şiiri hatırladıklarını, hatta ezberlediklerini ve Fazıl Say' ın Nazım Hikmet Oratoryosu' ndan geçen sene izlettirdiğim  görüntüyü (http://www.youtube.com/watch?v=MmD-QpyYdhk)  defalarca evde izlediklerini söyledi. Bir öğrencim şiiri ezberinden okuyunca ve sesi güzel olan TRT Çok Sesli Çocuk  Korosu' nda olan başka bir öğrencim de şarkıyı söyleyince çok mutlu oldum  :) Üstelik tüm bunlar öylesine kendiliğinden gelişti ki biri hiç sormadan şiiri okudu bitirdi ve diğeri de şarkıyı söylemeye başladı. Dünya insanı olmayı başarabilen Nazım Hikmet atom bombasının insanlığa zararını öylesine güzel anlatmış ve Fazıl Say da öyle güzel bestelemiş ki öğrencilerimin radyasyonun zararlarıını anlaması oldukça kolay oluyor.

* Görüntünün linkini ve öğrencimin yazdığı şiiri bloguma ekledim ancak telif hakları ile ilgili oldukça kafam karışık. Böylesine saygı duyduğum insanların emeklerine saygısızlık mı acaba?

29 Mart 2011 Salı

Yemek tuzunun ( NaCl) Kristallendirilmesi

Laboratuvarda ders yapmaya başlayalı artık üç hafta oldu, öğrencilerim artık haber vermeye gerek kalmaksızın aşağıya inmeyi alışkanlık haline getirdi. Tabii her durumda şikayet edecek bir şeyler bulan ve bilmsel öğrenme yöntemini reddeden öğrencilerim de yok değil. Zamanla alışacaklarını umut ediyorum :)
Geç kalma alışkanlıkları ve defterlerini yukarıda unutma alışkanlıkları azalsa da halen devam ediyor. Sanırım yakında sınıfta uyguladığımız "Dersin ilk 5 dakikası yoklama alınır." kuralını laboratuvarda da uygulamak durumunda kalacağım.
Haftaya yazılı yoklama yapacağımız için bu hafta daha çok soru çözüyor ve yazılılara hazırlanıyoruz, derslerimizin bir kısmı ortak sınavlarla çakışması nedeniyle yapılamıyor. Öğrencilerimizde gözlemlediğim duygu durumu bu hafta "boşvermişlik".  Sınav haftası nedeniyle artık yorulan zihinleri ders çalışmak ve çalışmamak arasında gidip gelirken ısınan havaların da etkisiyle büyük bir kısmı kendini sohbete ve gülmeceye vermiş durumda :S  Savunma refleksi sanırım...
Geçen hafta 11. sınıflardaki Çözünme - Çökelme Dengesi konusunu işlerken yemek tuzunun suda çözünmesi ve kristallendirilmesi olayını deneyle göstermeye karar verdim. Seviyelerine göre çok basit olduğunu düşündüğüm bu deneyi yaparken sordukları sorular ve cevaplayamadıkları sorularımla beni şaşırttılar. Bazen biz öğretmenlere çok kolay gelen ve deney yapılmasını bile gerektirmeyen konuların aslında öğrenciler için ne kadar zor olabildiğini bir kez daha anladım.
Yemek tuzunu suda çözdük ve bu arada doymamış, doymuş ve aşırı doymuş çözeltilerin özelliklerinden tekrar bahsettik. Çözeltimizin sıcaklığını ölçtük ve 12 C olduğunu kaydettik. Basit bir düzenek kurarak karışımızı ısıtmaya başladık ve nöbetçi öğrenciyi belli zaman dilimlerinde suyun sıcaklığını ölçmesi için görevlendirdik. Karışımın kaynama noktasının kaç olacağını sorduğumda ise öğrencilerim suyun 100 C' de kaynayacağını söylediler. Karışım kaynamaya başladığında laboratuvar nöbetçimiz suyun 104 C' de kaynamaya başladığını ve sıcaklığın yükselmeye devam ettiğini söylediğinde ise şaşırdılar. Bunun nedenini konuştuk ve bulunduğumuz ortamın atmosfer basıncının, kullanılan suyun saf su olmamasının ve çözünen tuzun kaynama noktasını değiştirdiğini defterlerimize not ettik. Kaynama süresince, saf maddelerde sıcaklığın sabit kaldığını ancak karışımlarda sıcaklığın arttığını hatırladık.
Çözeltideki su buharlaştıktan sonra oluşan tuz kristellerini sınıfta dolaştırarak tüm sınıfın görmesini sağladık. NaCl tuzunun sofralık haline alıştıklarından gördükleri maddenin gerçekten yemek tuzu mu olduğunu sordular. İyonik bağlı bileşiklerin kristal yapıda olduklarından ve iyonik bağın güçlü bir etkileşim olduğundan bahsederek 9 ve 10. sınıf konularını tekrar etmiş olduk.
Suyun buharlaşması sonucu oluşan kristallerin tekrar suda çözünüp çözünmeyeceklerini sorduklarında ise oluşan katıyı suda çözdük ve böylece çözünme ve kristallenme olaylarının fiziksel bir değişim olduğunu da  hatırladık.
*Değişen müfredatla beraber gelen sıkıntılarımız devam ediyor. Müfredatta olmayan konular dershane kaynak kitaplarında olduğundan anlatmak ve problemlerini çözdürmek zorunda mıyız? ÖSYM' nin hazırlayacağı sınav soruları bu değişimden ne kadar etkilenecek? Değişen konu anlatımlarını ve soru tiplerini dershaneler  ne zaman farkedecek ve " Hocam biz bunu dershanede böyle görmedik" sorusundan ne zaman kurtulacağız?

14 Mart 2011 Pazartesi

magnezyumun yanması


Bugün laboratuvara gidince bir sürpizle karşılaştım, laboratuvarda kullandığım kitaplarımdan birkaç tanesinin yerinde olmadığını farkettim, üzgünüm :( 
Buruk başladım derslere bugün, laboratuvar artık cezbedici gelmediği için söylenen öğrencilerim de cabası... Bir taraftan de şevkle derslere orada devam edebilmemi sağlayan eldiven ve saf su alıp gelen, ne zaman çözeltileri hazırlayacağımızı soran ve "Biz de o deneyi yapalım" diyen meraklı öğencilerim...
Bugün 9. sınıflarda Tepkime Türleri konusunu işlemeye başladık ve yanma tepkimelerinde magnezyumun yanması deneyini yaptık. " Metaller yanar mı?" "Magnezyum periyodik cetvelde nerededir?" sorularını sordum magnezyum şeridini gösterirken. Metallerin yanmadığını söylediler onlar da tıpkı demir ve altın gibi. Magnezyumun da bir toprak alkali metal olduğunu söylediler. 3.periyot, 2A grubu.
İspirto ocağı ile ilgili ufak bir tanıtım yaptıktan sonra magnezyum şeridini yakmaya başladım, metallerin yanması fikri oldukça yabancı geldiyse de ikna oldular. Toprak alkali metallerin havai fişek yapımında kullanıldığını anlattım ve onlar da deney sırasında oluşan kokunun maytap yandıktan sonraki kokuya benzediğini ve yanma sırasında oluşan ışığın da gözlerini kamaştırdığını söylediler.
Deneyi bugünkü laboratuvar nöbetçilerine de yaptırdıktan sonra tahtaya magnezyumun yanma tepkimesini yazdık, denkleştirdik.
Yanma olabilmesi için gerekli şartları tekrar konuştuk.
Yangın söndürücülerin özelliklerini tartışıp defterimize not ettik.
Bu sırada magnezyum şeridini ve magnezyum yandıktan sonra oluşan magnezyum oksit bileşiğini sınıftaki tüm öğrencilerin görmesini sağlamak için dolaştırdık.
* Laboratuvara geç kalmalar hala devam ediyor ve yazılılar da yaklaşıyor. Haftaya tüm sınıflarda bol bol örnek çözmeliyiz. Dersleri laboratuvarda yapmaya devam etmeli miyim?

11 Mart 2011 Cuma

manometre

Manometre, gazların basıncını ölçmek için kullandığımız bir alet. Bu haftalarda 10. sınıflarda Gazlar konusunu işliyoruz. Kapalı Uçlu Manometreler, Açık Uçlu Manometreler derken öğrencilerimin bana şüpheli bakışlarla baktığını farkettim. Laboratuvarda olmanın rahatlığından faydalanarak bir U borusu alıp içine su doldurdum ve yükseklik farkını anlatabilmek için sağa sola doğru hareket ettirdim. Bana yönelen şüpheli bakışların devam ettiğini gördüğümde şansımı deneyip ince borularla balon jojeye bağlamaya karar verdim. Neyse ki bir kaç cm' lik bir yükseklik farkı oluşmuştu :)
Manometrede oluşan yükseklik farkını ısıtarak arttırabileceğimi düşünüp, bolon jojeyi çakmakla ısıttım. Artık o meşhur "h" yüksekliği gözle görülür bir şekilde büyümüştü. Bu arada öğrencilerimden ""Aaa, aradaki farka bakın, ne kadar yükseldi.", " Bu deneyi civayla yapsaydım daha az bir yükseklik farkı, etil alkolle yapsaydım daha fazla bir yükseklik farkı gözlerdim", " Deney esnasında yalıtımı sağlayabilseydik daha fazla bir yüksekllik farkı olur muydu? " sesleri yükseldi. Bir öğrencim de " Hocam, keşke renkli sıvı kullansaydık,  daha güzel olurdu." dediğinde U borusunun içindeki suya mürekkep damlatmaya karar verdik. Mürekkep ve su sonradan karıştırıldıkları için balon joje tarafında tam çözünmeyip heterojen bir karışım oluştursa da deney düzeneğimiz sonunda hepimizin içine sindi ve sınıfca poz poz fotoğrafını çektik  :)
Deney esnasında öğrencilerimin bana sorduğu sorular bence yazılı kağıtlarına verdikleri 100 puanlık cevaplardan daha güzeldi. Düzeneği beraber kurduğumuz için ve süreç kendiliğinden ilerlediği için farketmeden ve zorlanmadan öğrendiler, şüpheli bakışlarından sıyrılıp gülen yüzlerle laboratuvardan ayrıldılar. Tenefüste karşılaştığımızda hala deney yapmayı ne kadar sevdiklerini anlatıyorlardı, itiraf ediyorum ben de seviyorum :)

* Deney yaptığım süre içerisinde tahtada en az iki örnek çözmeliydim, çözemedim. Sadece anlamaları yeterli mi ? Anlamadan soru çözebilecekler mi? Soru işaretlerim hızla büyüyor...