30 Mart 2011 Çarşamba

Radyoaktivite ve Kimya panomuz

Bugün yoğun ders programıma ve sınav telaşı sarmış sevgili öğrencilerime rağmen mutlu bir gündü :) Laboratuvarın giriş kapısının yanındaki duvara bir pano asmak istedim ve okulda kullanılmayan boş bir panoyu duvara astırdım. Henüz ismini belirleyemesek de Kimya Gazetesi veya Bilim Gazetesi gibi bir isim olabilir diye düşünüyorum. Beyin fırtınası yapmaya uygun bir sınıfta öğrencilerimle beraber karar veririz sanırım. Önceki tecrübelerimden de biliyorum ki gençler isim bulma konusunda çok yaratıcı ve yetenekliler :)
11. sınıfların Elektrokimya' dan sonraki konusu Radyoaktivite olduğundan Japonya' daki nükleer faciadan da esinlenerek ilk konumuzu Atom Bombası ve Nükleer Santraller olarak belirledik. Öğrencilerim gazetelerden kestikleri haberleri getirdiler ve güzel bir pano oluşturmaya başladık. Gazetelerden gelen yazıları kontrol etmek ve her türlü siyasi içerikten uzak yazıyı bulmak en dikkat ettiğim konu oldu.
Bu panoda Nazım Hikmet' in Kız Çocuğu isimli şiirini de kullanmak istedim ve öğrencilerimden bir tanesi pano için şiiri (yazım hatalarıyla) hazırladı.
Laboratuvara girerken şiiri okuyan geçen sene de derslerine girdiğim öğrencilerim derse geldiğimde panodaki şiiri hatırladıklarını, hatta ezberlediklerini ve Fazıl Say' ın Nazım Hikmet Oratoryosu' ndan geçen sene izlettirdiğim  görüntüyü (http://www.youtube.com/watch?v=MmD-QpyYdhk)  defalarca evde izlediklerini söyledi. Bir öğrencim şiiri ezberinden okuyunca ve sesi güzel olan TRT Çok Sesli Çocuk  Korosu' nda olan başka bir öğrencim de şarkıyı söyleyince çok mutlu oldum  :) Üstelik tüm bunlar öylesine kendiliğinden gelişti ki biri hiç sormadan şiiri okudu bitirdi ve diğeri de şarkıyı söylemeye başladı. Dünya insanı olmayı başarabilen Nazım Hikmet atom bombasının insanlığa zararını öylesine güzel anlatmış ve Fazıl Say da öyle güzel bestelemiş ki öğrencilerimin radyasyonun zararlarıını anlaması oldukça kolay oluyor.

* Görüntünün linkini ve öğrencimin yazdığı şiiri bloguma ekledim ancak telif hakları ile ilgili oldukça kafam karışık. Böylesine saygı duyduğum insanların emeklerine saygısızlık mı acaba?

29 Mart 2011 Salı

Yemek tuzunun ( NaCl) Kristallendirilmesi

Laboratuvarda ders yapmaya başlayalı artık üç hafta oldu, öğrencilerim artık haber vermeye gerek kalmaksızın aşağıya inmeyi alışkanlık haline getirdi. Tabii her durumda şikayet edecek bir şeyler bulan ve bilmsel öğrenme yöntemini reddeden öğrencilerim de yok değil. Zamanla alışacaklarını umut ediyorum :)
Geç kalma alışkanlıkları ve defterlerini yukarıda unutma alışkanlıkları azalsa da halen devam ediyor. Sanırım yakında sınıfta uyguladığımız "Dersin ilk 5 dakikası yoklama alınır." kuralını laboratuvarda da uygulamak durumunda kalacağım.
Haftaya yazılı yoklama yapacağımız için bu hafta daha çok soru çözüyor ve yazılılara hazırlanıyoruz, derslerimizin bir kısmı ortak sınavlarla çakışması nedeniyle yapılamıyor. Öğrencilerimizde gözlemlediğim duygu durumu bu hafta "boşvermişlik".  Sınav haftası nedeniyle artık yorulan zihinleri ders çalışmak ve çalışmamak arasında gidip gelirken ısınan havaların da etkisiyle büyük bir kısmı kendini sohbete ve gülmeceye vermiş durumda :S  Savunma refleksi sanırım...
Geçen hafta 11. sınıflardaki Çözünme - Çökelme Dengesi konusunu işlerken yemek tuzunun suda çözünmesi ve kristallendirilmesi olayını deneyle göstermeye karar verdim. Seviyelerine göre çok basit olduğunu düşündüğüm bu deneyi yaparken sordukları sorular ve cevaplayamadıkları sorularımla beni şaşırttılar. Bazen biz öğretmenlere çok kolay gelen ve deney yapılmasını bile gerektirmeyen konuların aslında öğrenciler için ne kadar zor olabildiğini bir kez daha anladım.
Yemek tuzunu suda çözdük ve bu arada doymamış, doymuş ve aşırı doymuş çözeltilerin özelliklerinden tekrar bahsettik. Çözeltimizin sıcaklığını ölçtük ve 12 C olduğunu kaydettik. Basit bir düzenek kurarak karışımızı ısıtmaya başladık ve nöbetçi öğrenciyi belli zaman dilimlerinde suyun sıcaklığını ölçmesi için görevlendirdik. Karışımın kaynama noktasının kaç olacağını sorduğumda ise öğrencilerim suyun 100 C' de kaynayacağını söylediler. Karışım kaynamaya başladığında laboratuvar nöbetçimiz suyun 104 C' de kaynamaya başladığını ve sıcaklığın yükselmeye devam ettiğini söylediğinde ise şaşırdılar. Bunun nedenini konuştuk ve bulunduğumuz ortamın atmosfer basıncının, kullanılan suyun saf su olmamasının ve çözünen tuzun kaynama noktasını değiştirdiğini defterlerimize not ettik. Kaynama süresince, saf maddelerde sıcaklığın sabit kaldığını ancak karışımlarda sıcaklığın arttığını hatırladık.
Çözeltideki su buharlaştıktan sonra oluşan tuz kristellerini sınıfta dolaştırarak tüm sınıfın görmesini sağladık. NaCl tuzunun sofralık haline alıştıklarından gördükleri maddenin gerçekten yemek tuzu mu olduğunu sordular. İyonik bağlı bileşiklerin kristal yapıda olduklarından ve iyonik bağın güçlü bir etkileşim olduğundan bahsederek 9 ve 10. sınıf konularını tekrar etmiş olduk.
Suyun buharlaşması sonucu oluşan kristallerin tekrar suda çözünüp çözünmeyeceklerini sorduklarında ise oluşan katıyı suda çözdük ve böylece çözünme ve kristallenme olaylarının fiziksel bir değişim olduğunu da  hatırladık.
*Değişen müfredatla beraber gelen sıkıntılarımız devam ediyor. Müfredatta olmayan konular dershane kaynak kitaplarında olduğundan anlatmak ve problemlerini çözdürmek zorunda mıyız? ÖSYM' nin hazırlayacağı sınav soruları bu değişimden ne kadar etkilenecek? Değişen konu anlatımlarını ve soru tiplerini dershaneler  ne zaman farkedecek ve " Hocam biz bunu dershanede böyle görmedik" sorusundan ne zaman kurtulacağız?

14 Mart 2011 Pazartesi

magnezyumun yanması


Bugün laboratuvara gidince bir sürpizle karşılaştım, laboratuvarda kullandığım kitaplarımdan birkaç tanesinin yerinde olmadığını farkettim, üzgünüm :( 
Buruk başladım derslere bugün, laboratuvar artık cezbedici gelmediği için söylenen öğrencilerim de cabası... Bir taraftan de şevkle derslere orada devam edebilmemi sağlayan eldiven ve saf su alıp gelen, ne zaman çözeltileri hazırlayacağımızı soran ve "Biz de o deneyi yapalım" diyen meraklı öğencilerim...
Bugün 9. sınıflarda Tepkime Türleri konusunu işlemeye başladık ve yanma tepkimelerinde magnezyumun yanması deneyini yaptık. " Metaller yanar mı?" "Magnezyum periyodik cetvelde nerededir?" sorularını sordum magnezyum şeridini gösterirken. Metallerin yanmadığını söylediler onlar da tıpkı demir ve altın gibi. Magnezyumun da bir toprak alkali metal olduğunu söylediler. 3.periyot, 2A grubu.
İspirto ocağı ile ilgili ufak bir tanıtım yaptıktan sonra magnezyum şeridini yakmaya başladım, metallerin yanması fikri oldukça yabancı geldiyse de ikna oldular. Toprak alkali metallerin havai fişek yapımında kullanıldığını anlattım ve onlar da deney sırasında oluşan kokunun maytap yandıktan sonraki kokuya benzediğini ve yanma sırasında oluşan ışığın da gözlerini kamaştırdığını söylediler.
Deneyi bugünkü laboratuvar nöbetçilerine de yaptırdıktan sonra tahtaya magnezyumun yanma tepkimesini yazdık, denkleştirdik.
Yanma olabilmesi için gerekli şartları tekrar konuştuk.
Yangın söndürücülerin özelliklerini tartışıp defterimize not ettik.
Bu sırada magnezyum şeridini ve magnezyum yandıktan sonra oluşan magnezyum oksit bileşiğini sınıftaki tüm öğrencilerin görmesini sağlamak için dolaştırdık.
* Laboratuvara geç kalmalar hala devam ediyor ve yazılılar da yaklaşıyor. Haftaya tüm sınıflarda bol bol örnek çözmeliyiz. Dersleri laboratuvarda yapmaya devam etmeli miyim?

11 Mart 2011 Cuma

manometre

Manometre, gazların basıncını ölçmek için kullandığımız bir alet. Bu haftalarda 10. sınıflarda Gazlar konusunu işliyoruz. Kapalı Uçlu Manometreler, Açık Uçlu Manometreler derken öğrencilerimin bana şüpheli bakışlarla baktığını farkettim. Laboratuvarda olmanın rahatlığından faydalanarak bir U borusu alıp içine su doldurdum ve yükseklik farkını anlatabilmek için sağa sola doğru hareket ettirdim. Bana yönelen şüpheli bakışların devam ettiğini gördüğümde şansımı deneyip ince borularla balon jojeye bağlamaya karar verdim. Neyse ki bir kaç cm' lik bir yükseklik farkı oluşmuştu :)
Manometrede oluşan yükseklik farkını ısıtarak arttırabileceğimi düşünüp, bolon jojeyi çakmakla ısıttım. Artık o meşhur "h" yüksekliği gözle görülür bir şekilde büyümüştü. Bu arada öğrencilerimden ""Aaa, aradaki farka bakın, ne kadar yükseldi.", " Bu deneyi civayla yapsaydım daha az bir yükseklik farkı, etil alkolle yapsaydım daha fazla bir yükseklik farkı gözlerdim", " Deney esnasında yalıtımı sağlayabilseydik daha fazla bir yüksekllik farkı olur muydu? " sesleri yükseldi. Bir öğrencim de " Hocam, keşke renkli sıvı kullansaydık,  daha güzel olurdu." dediğinde U borusunun içindeki suya mürekkep damlatmaya karar verdik. Mürekkep ve su sonradan karıştırıldıkları için balon joje tarafında tam çözünmeyip heterojen bir karışım oluştursa da deney düzeneğimiz sonunda hepimizin içine sindi ve sınıfca poz poz fotoğrafını çektik  :)
Deney esnasında öğrencilerimin bana sorduğu sorular bence yazılı kağıtlarına verdikleri 100 puanlık cevaplardan daha güzeldi. Düzeneği beraber kurduğumuz için ve süreç kendiliğinden ilerlediği için farketmeden ve zorlanmadan öğrendiler, şüpheli bakışlarından sıyrılıp gülen yüzlerle laboratuvardan ayrıldılar. Tenefüste karşılaştığımızda hala deney yapmayı ne kadar sevdiklerini anlatıyorlardı, itiraf ediyorum ben de seviyorum :)

* Deney yaptığım süre içerisinde tahtada en az iki örnek çözmeliydim, çözemedim. Sadece anlamaları yeterli mi ? Anlamadan soru çözebilecekler mi? Soru işaretlerim hızla büyüyor...

10 Mart 2011 Perşembe

laboratuvarım :)

Artık laboratuvardayım. Geçen sene yeni okuluma atandığımda öğrenciler öylesine telaşlı bir şekilde test çözüyorlardı ki bu duruma alışmam biraz zaman aldı. Meslek Lisesi' nden geldiğim için adını yazamayan öğrencilerden sonra "kesinlikle yanlıştır" sorularıyla böylesine ilgilenen öğrenciler beni oldukça şaşırttı. İlk günlerde bunun gerçek olamayacağını düşündüm. Sonra yeni öğrencilerimin soruları ezberlediklerini çoğu zaman mantığını anlamadıklarını keşfettim. Beni tüm zamansızlığı göze alarak laboratuvarda ders yapmaya teşvik eden şey ise not ortalaması 5 olan sevimli bir kız öğrencimin turnusol kağıdıyla deney yapmasını istediğimde verdiği tepkiydi. Öylesine telaşlandı ve öylesine başarısızlıktan korktu ki bir şeylerin ters gittiğine artık emin oldum. Laboratuvardaki ilk dersimde pH kağıdı ile deney yapmasını istediğim not ortalaması 100 olan başka bir öğrencimin daha beheri tutamadığını farkettim. Tüm riskleri göze alarak artık labaratuvarda ders yapmaya karar verdim.
 Laboratuvarda ilk haftamda derslere öğrencilere laboratuvarın oyun alanı olmadığını ve deney malzemelerinin de oyuncak olmadığını anlatarak başladım. Laboratuvar tanıtımından sonra malzemlerle aynı ortamda bulunduklarından çok daha dikkatli olmaları gerektiğini anlatmaya çalıştım. Ufak gösteri deneyleri ile dikkatlerini çekerek olumlu bir öğrenme ortamı yaratmaya çalıştım. Bu hafta ise gelişlerde biraz geç kalma sıkıntısı dışında daha dikkatli olmaya başladıklarını farkettim. Sınıfta yerinde duramayan hareketli öğrencilerin ise daha sakin oldukları dikkatimi çekti. Deneyleri yaptılar, takip ettiler ve çok sıkıldıklarında etraftaki malzemeleri incelediler. Bu durum kalıcı mı yoksa geçici mi bilmiyorum ama şimdilik bu gelişmeden hoşnutum :)
Bilgisayarımız geldiğinde, projeksiyon cihazını kullanabildiğimizde ve internetimiz bağlandığında sanırım dersler hem benim için hem de öğrencilerim için daha da eğlenceli olacak :)

* Hala sorumun cevabını bulabilmiş değilim, deney yaparken kaybettiğim test çözme vaktini nasıl telafi edeceğim?


9 Mart 2011 Çarşamba

9 Mart 2011 Matemetik- Fen Bilimleri Sempozyumu

Bugün MEF Okulları tarafından düzenlenen Matematik- Fen Bilimleri Sempozyumu' na katıldım. Sempozyum müfredat programımızın  Davranışcı Öğrenme Yaklaşımı' ndan Yapılandırıcı Öğrenme Yaklaşımı' na göre değiştirilmesiyle ilgiliydi.
Müfredat 2008-2009 Eğitim-Öğretim yılında değiştirilmişti. Kitap ilk elimize ulaştığında yaşadığımız şaşkınlığı hala unutamıyorum. Bize nedenleri anlatılmaksızın değişen müfredatı anlamamız ve uygulamaya çalışmamız pek de kolay olmadı.
Önce Marmara Üniversitesi' nde katıldığım Fen Derslerinde Bilim Tarihi Semineri ve arkasından MEF Okulları' nda katıldığım Teoriden Uygulamaya Yapılandırıcı Öğrenme Yaklaşımı Sempozyumu ile neden değiştirildiğinin bilimsel nedenlerini öğrenebildim. Mutluyum :)
Müfredat  geleneksel öğrenme yani öğretmen merkezli öğrenmeden öğrenci merkezli öğrenmeye geçişi sağlamak için değiştirilmiş. Ancak konuların fazla oluşu, çoğu zaman bilgilerin üniversite düzeyinde oluşu ve ders saatlerinin az olması oldukça sıkıntı verici bir durum.
Öğrenci merkezli öğrenme benim de uygularken çok zevk aldığım bir öğretim şekli. Ancak bilgisayar, maketler, internet, kitaplar ve deney malzemelerini her zaman birarada görebilmek okullarımız için neredeyse bir hayal!
Sempozyumdan hepimiz aklımızda çok önemli bir soruyla ayrıldık. Öğrenci merkezli öğretimde öğrencilerimiz bütün ders boyunca deney yapacaklar, proje üretecekler, sosyal gelişimlerini artıcaklar. Ancak ne zaman test çözecekler? Çoktan seçmeli soruları ne zaman cevaplayacaklar ve bize ne zaman sorularını soracaklar? Bizim öğretmim sistemimiz öğretmen merkezli mi, öğrenci merkezli mi, sınav merkezli mi?
*Sempozyumu düzenleyen MEF Okulları'na misafirperverliği için ve öğrencilerine de bu mini konser için teşekkürler...

8 Mart 2011 Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Dünya Emekçi Kadınlar Günü' nde Sevgili Okul Öğrenci Meclisi Üyelerimiz bize oldukça güzel bir sürpriz yaptı.
Böylesine ince düşünceli ve sevimli öğrencilerimiz olduğu için çok şanslıyız :)